22 Kasım 2013 Cuma
yorgan kaybolan içinde kumanda erguvan da bir mevsimdir yeşil için çok geç
yorgan içinde kaybolan kumanda gibi, saatinin yerini senden başkasının bilmediği bir sabah gibi güncel bir şey de olabilir yalnızlık. uyanmak için aydınlığa ihtiyacımız yok, yeşil herkes için aynı rengi göstermiyor mesela. tabelalar ve sokak isimleriyle yürüyoruz şehirleri, anlamadığımız daha neler var bir bilebilsem... sana isimler, şehirler ve erguvanlar getirebilsem. göl olsa apartmanlarımız, sokağında içtiğimiz yılları komşulara unutturabilsem... ah benim cahil gençliğim... nasıl bu kadar hoyrat yaşadım seni... bunu kendime anlatabilsem.
21 Kasım 2013 Perşembe
29 Temmuz 2013 Pazartesi
bir zamanlar...
bu gece de ben,
şanslıydım, ölmemekle.
biraz daha kalacağım, bu belli.
kimsenin hikayesi kadar da güzel ve çekici olmayacak hikayem.
kendimden başka her şey geçti aklımdan,
hiç öyle anlatılan gibi değil,
oldu bitti diyeceğiz sanırım sonunda.
hepsi bu.
bir de bulutlar
gökyüzüne baktın mı bu gece?
nasıl bir kızıl...
sana yazmıştım
''denizi arkana alınca kızıllaşan saçınla...''
diye,
sen başkasına yorduydun da
neyse...
çimenler buz,
parkları da boşadım bu gece,
kuş gibi hafifim.
alkole de bulandı burnum ama
bilirsin işte;
kendime gülüp oyalanıyorum..
söz...
bu son,
bir daha yok ne yazı,
ne mektup,
ne telefon...
nasıl bir kızıllıksa öyle...
ben yokken,
kendini sakın.
erken sinirlenme,
sigarayı bırak (en azından günde iki tane)
rakıya iki buzdan fazlasını ekleme,
bir de uzun masaların olsun,
bizim olan bütün güzel masalar
senin olsun.
bağlanma bu şehre,
seni bitirmesine izin verme,
temenni değil bunlar;
yazana değil,
yazılana işte...
neyse ne...
hoşçakal...
m.
şanslıydım, ölmemekle.
biraz daha kalacağım, bu belli.
kimsenin hikayesi kadar da güzel ve çekici olmayacak hikayem.
kendimden başka her şey geçti aklımdan,
hiç öyle anlatılan gibi değil,
oldu bitti diyeceğiz sanırım sonunda.
hepsi bu.
bir de bulutlar
gökyüzüne baktın mı bu gece?
nasıl bir kızıl...
sana yazmıştım
''denizi arkana alınca kızıllaşan saçınla...''
diye,
sen başkasına yorduydun da
neyse...
çimenler buz,
parkları da boşadım bu gece,
kuş gibi hafifim.
alkole de bulandı burnum ama
bilirsin işte;
kendime gülüp oyalanıyorum..
söz...
bu son,
bir daha yok ne yazı,
ne mektup,
ne telefon...
nasıl bir kızıllıksa öyle...
ben yokken,
kendini sakın.
erken sinirlenme,
sigarayı bırak (en azından günde iki tane)
rakıya iki buzdan fazlasını ekleme,
bir de uzun masaların olsun,
bizim olan bütün güzel masalar
senin olsun.
bağlanma bu şehre,
seni bitirmesine izin verme,
temenni değil bunlar;
yazana değil,
yazılana işte...
neyse ne...
hoşçakal...
m.
18 Nisan 2013 Perşembe
üzgünüm, elimden kendim için de senin için de daha fazlası gelmiyor, o kadar çokuz ki, toplansak hükümet oluruz, dağılsak bir kıtayı tıka basa doldururuz. acını hafifletmez ama;
babam öldüğünde
sadece özledim
öyleydi çünkü...
neyi, nereyi, neyimi özlediğimi bilmeden özledim
kimse parklara ismini vermedi
trafik durmadı
yas ilan edilmedi
kar dinmedi
öyleydi çünkü
annem bu kadar türküyü
öyle sessiz sessiz söylemeyi
ne zaman becerdi
annemin ismi de hiçbir parka verilmedi
çünkü annem türküleri parklardan daha çok sevdiğini
babam ölünce öğrendi
...
m.
ikibinonüç-anadoluhisarı
babam öldüğünde
sadece özledim
öyleydi çünkü...
neyi, nereyi, neyimi özlediğimi bilmeden özledim
kimse parklara ismini vermedi
trafik durmadı
yas ilan edilmedi
kar dinmedi
öyleydi çünkü
annem bu kadar türküyü
öyle sessiz sessiz söylemeyi
ne zaman becerdi
annemin ismi de hiçbir parka verilmedi
çünkü annem türküleri parklardan daha çok sevdiğini
babam ölünce öğrendi
...
m.
ikibinonüç-anadoluhisarı
17 Nisan 2013 Çarşamba
bildiğim bütün masallar
Kırmızı Başlıklı Kız masalını düşündüm dün, uzun uzun, bir türlü sonunu hatırlayamadım, emin olamadım, bütün masallar birbirine karıştı zihnimde, Pamuk Prenses, Küçük Prens, Star Wars, Green Grass, Masumiyet, Turist Ömer Uzay Yolunda, Süper Baba ve Şerafettin Nami...
Dedemi en çok böyle zamanlarda anımsıyorum, sebepsiz, zamansız, bir an' a asılı duran görüntüler, sesler, anılar, renkler, sözcükler, müzik, güldüklerimiz, yüzlerimizden hiç silinmeyecek kırgınlıklar, insan olmanın atlası gibi sanki bozukluklar, bir insandan diğerine giden en kısa yol, yollar, kediler ve köprüler, kurbağalar... bütün bunlar işte...
Dedemi en çok böyle zamanlarda anımsıyorum, sebepsiz, zamansız, bir an' a asılı duran görüntüler, sesler, anılar, renkler, sözcükler, müzik, güldüklerimiz, yüzlerimizden hiç silinmeyecek kırgınlıklar, insan olmanın atlası gibi sanki bozukluklar, bir insandan diğerine giden en kısa yol, yollar, kediler ve köprüler, kurbağalar... bütün bunlar işte...
11 Nisan 2013 Perşembe
kedinin uykusu
Çok kalabalık yazıyorsun dedi...
Anlaşılmak için değil, anlatmak için yazıyorsun çünkü.
Yazmak için yazıyorum dedim. Anlatmak hatiplerin, anlaşılmak peygamberlerin işiydi...
Sesi çatallaşmıştı, sakalları uzamış, saçları karışmış... Yüzü yorulmuş, parmak uçları bana dönmüştü, duvarda asılı duran resmi şiir gibi bilirdi, ezberinden okurdu bazı zamanlar... Kar yağınca susardık, şehirle hasımdık, insanlarla sırnaşık, evlere yabancıydık. İkinci kıştan sonrasını saymadık. Terk edişlerimizi saymadık, geri dönüşlerimizi, eşikleri, insanları saymadık... Ben yazmak için yazıyordum çünkü...
O resimleri ezberliyordu. Kışı sevmiyordum, kediler kayboluyorlardı, o kadar kedi nerede saklanıyordu? Anlamıyorduk. Susmak iyi bir fikir olabilirdi, konuşmakta... Yürümek, koşmak, bulmacalar... Hepsi anlaşılabilirdi... Bir tek yoksulluğu anlayamıyorduk, ne tuhaf bir şeydi mahrum olmak, yok olması...
Saymayı bıraktığımız kıştan iki bahar sonra kitaplarımı yaktım, ardından fotoğrafları, yaz boyu başka raflarda tozlandım... Kedi kış başında diğerleriyle beraber bizi terk etti... öyle sessiz sedasız da değil, sert bir biçimde gitti. Kör bir kedinin yıldızıydı artık Aralık... Bütün kış oturduk, hiç sobamız olmadı, yanmayan bir kalorifer yanan bir sobadan daha iyi değildi elbet ama sevmiyorduk yorulmayı...
Yılın soğuk yüzü hikayelerle geldi, dörtlüklerden fazlasını yazamadım. O cam kenarında oturdu, ben kapıya yakın... kedinin dönmesini bekledim. Bazı günler kar öyle uzun yağdı ki gökyüzü iki gün hiç kararmadı. Her yer buzla kaplandı, caddeler ıssızlaştı, insanlar uykuya daldı, hayat yavaşladıkça yavaşladı... şehir kış başında kör bir kedi tarafından yarı yolda bırakıldı...
Güldüğümüz zamanlarımız da oldu, ağır ağır soluduk, her yan is kokuyordu. Güzel filmler izleyesimiz vardı, filmleri eskiciye verip bir kaç çamaşır mandalı aldığımızı unutup saatlerce kaset aradık... bulamadık...
Çok kalabalık yürüyorsun dedi.
Varmak için değil, kalmak için yürüyorsun çünkü...
Yürümek için yürüyorum dedim... Varmak yolcuların, kalmak esnafların işiydi...
Ben canım istediği için yürüyordum... O geçen kış bırakmıştı adımlarını saymayı, okumayı unuttuk, yazmaya boş verdik, susmayı beğenmedik, konuşmayı beceremedik... Kör bir kediye sebep olmuştu kış, huzursuz etmişti... Bahar sağır bir kediyle geldi, inadına günlerce konuştuk...
Onu yanlış anlamıştım, kediye kızmıyordu, şehire ya da mevsime de kızmıyordu... Bütün öfkesi banaydı. Benim suskunluğum yüzünden gitmişti kedi, ben resimleri sevmiyorum diye... anlamıyorum diye... sıkıldığı için... İstemese de kızıyordu bana, düşünmeden edemiyordu...
Çocukluğum kedilerden uzak geçmişti, mesafeliydim, ya da endişeli ya da korkuyordum düpe düz... Fark etmez... Çocukluğum kedilerden uzak geçmişti... Sanki geçmişe inat kaçıyordu kediler evlerimden, sağırı kaçıyordu, körü kaçıyordu, yavru olanı ölüyordu... Hayat intikamını benden kedilerle alıyordu...
Gitsinlerdi... Özlemiyordum...Ben kapıyı gören koltukları seviyordum, bundan kediye neydi?
Yaz başında O da gitti... şehri terk etti... şehir yaz başında bir adam tarafından terk edilmişti...
m.s.d
beş kasım ikibindokuz /Ankara
(Baransel' e ve kediye yazılar...)
Anlaşılmak için değil, anlatmak için yazıyorsun çünkü.
Yazmak için yazıyorum dedim. Anlatmak hatiplerin, anlaşılmak peygamberlerin işiydi...
Sesi çatallaşmıştı, sakalları uzamış, saçları karışmış... Yüzü yorulmuş, parmak uçları bana dönmüştü, duvarda asılı duran resmi şiir gibi bilirdi, ezberinden okurdu bazı zamanlar... Kar yağınca susardık, şehirle hasımdık, insanlarla sırnaşık, evlere yabancıydık. İkinci kıştan sonrasını saymadık. Terk edişlerimizi saymadık, geri dönüşlerimizi, eşikleri, insanları saymadık... Ben yazmak için yazıyordum çünkü...
O resimleri ezberliyordu. Kışı sevmiyordum, kediler kayboluyorlardı, o kadar kedi nerede saklanıyordu? Anlamıyorduk. Susmak iyi bir fikir olabilirdi, konuşmakta... Yürümek, koşmak, bulmacalar... Hepsi anlaşılabilirdi... Bir tek yoksulluğu anlayamıyorduk, ne tuhaf bir şeydi mahrum olmak, yok olması...
Saymayı bıraktığımız kıştan iki bahar sonra kitaplarımı yaktım, ardından fotoğrafları, yaz boyu başka raflarda tozlandım... Kedi kış başında diğerleriyle beraber bizi terk etti... öyle sessiz sedasız da değil, sert bir biçimde gitti. Kör bir kedinin yıldızıydı artık Aralık... Bütün kış oturduk, hiç sobamız olmadı, yanmayan bir kalorifer yanan bir sobadan daha iyi değildi elbet ama sevmiyorduk yorulmayı...
Yılın soğuk yüzü hikayelerle geldi, dörtlüklerden fazlasını yazamadım. O cam kenarında oturdu, ben kapıya yakın... kedinin dönmesini bekledim. Bazı günler kar öyle uzun yağdı ki gökyüzü iki gün hiç kararmadı. Her yer buzla kaplandı, caddeler ıssızlaştı, insanlar uykuya daldı, hayat yavaşladıkça yavaşladı... şehir kış başında kör bir kedi tarafından yarı yolda bırakıldı...
Güldüğümüz zamanlarımız da oldu, ağır ağır soluduk, her yan is kokuyordu. Güzel filmler izleyesimiz vardı, filmleri eskiciye verip bir kaç çamaşır mandalı aldığımızı unutup saatlerce kaset aradık... bulamadık...
Çok kalabalık yürüyorsun dedi.
Varmak için değil, kalmak için yürüyorsun çünkü...
Yürümek için yürüyorum dedim... Varmak yolcuların, kalmak esnafların işiydi...
Ben canım istediği için yürüyordum... O geçen kış bırakmıştı adımlarını saymayı, okumayı unuttuk, yazmaya boş verdik, susmayı beğenmedik, konuşmayı beceremedik... Kör bir kediye sebep olmuştu kış, huzursuz etmişti... Bahar sağır bir kediyle geldi, inadına günlerce konuştuk...
Onu yanlış anlamıştım, kediye kızmıyordu, şehire ya da mevsime de kızmıyordu... Bütün öfkesi banaydı. Benim suskunluğum yüzünden gitmişti kedi, ben resimleri sevmiyorum diye... anlamıyorum diye... sıkıldığı için... İstemese de kızıyordu bana, düşünmeden edemiyordu...
Çocukluğum kedilerden uzak geçmişti, mesafeliydim, ya da endişeli ya da korkuyordum düpe düz... Fark etmez... Çocukluğum kedilerden uzak geçmişti... Sanki geçmişe inat kaçıyordu kediler evlerimden, sağırı kaçıyordu, körü kaçıyordu, yavru olanı ölüyordu... Hayat intikamını benden kedilerle alıyordu...
Gitsinlerdi... Özlemiyordum...Ben kapıyı gören koltukları seviyordum, bundan kediye neydi?
Yaz başında O da gitti... şehri terk etti... şehir yaz başında bir adam tarafından terk edilmişti...
m.s.d
beş kasım ikibindokuz /Ankara
(Baransel' e ve kediye yazılar...)
bitebilen şehir
yanıyorsun
zorla söyletilmiş bir şeyler donup kalmış yüzünde. orada, çenenin tam altında, sadece güneşin o saatlerinde ortaya çıkan, kızıllaşan ve kaybolan, eksikliğini de bütünlüğün gibi karışıklaştıran, unutturan, unutulan, ömrünün alfabesini bir anahtarlıkla deniz diplerine attıran, saklatan bir umursamazlıkla bir yaz’ dan daha çekilip gidiyorsun.
bana şehirleri anlat demiştin. kimsenin kurduğu, kimsenin yaşadığı, sokakları ve ağaçlarıyla kalabalığı ıslak şehirleri okuduğun romanlar gibi anlatabilir miyim sana?
kimi istiyorsun? o caddeler, o merdiven aralıkları, sevdiğin ressamlar ki hiç anlamamıştık; zaten olan bir şeyin neden çizilmek istendiğini, belki de çizilen istiyordu gerçekten, sevilenin hep sevilmesi gibi .
bu şehir, bitebilen bir coğrafyadır artık gözümde, öğrenciliğin ve çocukluğun ışıltısı yaz ve sonbahar bıkkınlığına bırakmışsa kendini, bütün kedileri sokaklara düşmüş ve bütün çocuklar başka babalara sarılacak demektir bundan böyle.
dipsiz yazıları saatlerce boş gözlerle okumanı seyrettiğim bütün gecelerim, şimdi ömrümden çalınmış, ziyan edilmiş, haksızlıklarımdır gözümde.
yazdıklarımı unut
çünkü
bu şehir
biten bir coğrafyadır
artık gözümde
kim
ömrünü feda etmeye
hazırsa
bu tedirginliğe
yaz
kendini ucuza satmış demektir
uğursuz bir eskiciye!
msd/eylül ikibinon ankara
zorla söyletilmiş bir şeyler donup kalmış yüzünde. orada, çenenin tam altında, sadece güneşin o saatlerinde ortaya çıkan, kızıllaşan ve kaybolan, eksikliğini de bütünlüğün gibi karışıklaştıran, unutturan, unutulan, ömrünün alfabesini bir anahtarlıkla deniz diplerine attıran, saklatan bir umursamazlıkla bir yaz’ dan daha çekilip gidiyorsun.
bana şehirleri anlat demiştin. kimsenin kurduğu, kimsenin yaşadığı, sokakları ve ağaçlarıyla kalabalığı ıslak şehirleri okuduğun romanlar gibi anlatabilir miyim sana?
kimi istiyorsun? o caddeler, o merdiven aralıkları, sevdiğin ressamlar ki hiç anlamamıştık; zaten olan bir şeyin neden çizilmek istendiğini, belki de çizilen istiyordu gerçekten, sevilenin hep sevilmesi gibi .
bu şehir, bitebilen bir coğrafyadır artık gözümde, öğrenciliğin ve çocukluğun ışıltısı yaz ve sonbahar bıkkınlığına bırakmışsa kendini, bütün kedileri sokaklara düşmüş ve bütün çocuklar başka babalara sarılacak demektir bundan böyle.
dipsiz yazıları saatlerce boş gözlerle okumanı seyrettiğim bütün gecelerim, şimdi ömrümden çalınmış, ziyan edilmiş, haksızlıklarımdır gözümde.
yazdıklarımı unut
çünkü
bu şehir
biten bir coğrafyadır
artık gözümde
kim
ömrünü feda etmeye
hazırsa
bu tedirginliğe
yaz
kendini ucuza satmış demektir
uğursuz bir eskiciye!
msd/eylül ikibinon ankara
3 Nisan 2013 Çarşamba
notlar
1. Gözleri yuvalarından fırlayacakmış gibi bakıyordu yerde
duran fotoğrafa, çok kimsesiz, çok biçimsiz bir çocukluktan miras alınabilecek
ne kadar eksiklik varsa simdi şehirler ve balıkçı tekneleriyle
karaya vuruyordu. Şerafettin Nami bin yaşındaydı, kimsesiz ve huysuzdu.
2. Her şey
bozulabilir, dostluklar, düşmanlıklar, ortaklıklar.. her şey
bitebilir, aşklar, mutsuzluk. bir tek suç ortaklığı bitmez.
3. Sonra gelip ' boşver abi , biz kendimize bakalım' dedi. 'olur'
dedim, yürüyüp eve geldik.
4. Denize her düşenin yılana sarılacağını düşünmek ahmaklık
olur. bazıları yüzmeyi tercih edebilir. Yüzmek bedenin başka bir doğa olayı
ile yenilenmesidir. uyandığımız her an dünya değişir, yağmurlar,
Afrika ve kutup balıkçıları kocaman bir hayalin ilmekleridir. Herkes taraf
olmayı beceremeyebilir, sonuçta kalabalık, bir korkunun dindirilme
yöntemidir.
5. Şimdi içinden bir şehir, bir kitap ve bir de sevgili ismi
tut. sonra kendinle topla onları, kalanlardan çıkart, ikiye, üçe, dörde böl.. ne
kaldı?
6. 'en kötü günümüz böyle olsun' dedi. 'olsun' dedim .o gece
mutluyduk, hayat o geceye asılı kalsın, ne bileyim işte, her şey o an' da
dursun istedim sonra tekrar bahar oldu, sonra tekrar yaz, sonra tekrar
kediler. uzun mektuplar yazdım, kimsenin okumak istemeyeceği kadar uzun, sonra
tekrar... yol uzadı, mevsimler kervanlar gibi geçip gitti en
korunaksız ömürlerimizden.
7. Kimse için önem taşımayan hikayeler gün gelir baş ucunda
sallanan bıçaklar gibi saplanıverir ağrılarına, gez gözün önündeyse eğer hala... bir arpa boyu yol alamamışızdır sevgilim, inan bana!
8. Kuyuda yalnızız, bu hiçbir şeyin kısaltması değil, sonuçta
yalnızlık insanin kendine yakışanı üzmesidir.
9. Hiç ses yok, şehir sustu.
uzaktan ışık gelen siyah beyaz kareler gibiyiz, Şerafettin Nami uzun bir yola
hazırlanıyor.
10. Aklı başında, eksiksiz bir çıldırma haline bürünüyor yokluk, yeni gelmekle şimdinin arasında bir yerlerde asılıyoruz zamana.
11. Bir
hikayeyi yitirmek için elimizden gelenden fazlasını yaptığımız bile
söylenebilir belki, belki de bütün bu olanlar sadece kelime tekrarındandır.
12. Hikayeler biter, mevsimler ve şehirler de. ilkin hep acı olan her şey yerini başka, huzursuz, yazık bir şeylere bırakır, zaman iste o an' larda gerçek olur.
13 .Yazdıklarıımız ve asla
yazmayacaklarımız, barlar, kadınlar, erkek çocukları.. kazanamayacağımızı bile bile
giriştiğimiz kavgalar her şey iste o an' larda gerçek olur, sırf biz ağlamayalım, birileri
acıyı enflasyona, yokluğu paragraflara çeviremesinler diye.
14. Güzel' i anlatmaya soyunan her paragraf dinleyenin zihninde
ufalanmaya mahkumdur çünkü kimse kimseye aynı kokmaz, yaralar ve deniz
yanıkları kağıt kesiğine basılan ince kum taneleri gibi yırtıyorsa
eğer boğazını, eksik kalacak bir şey mutlaka evin bir köşesinde beklemededir. çünkü bazen sırf yazmak için yazılır, bazen sırf unutmak
için. toplasak bir bütün etmeyecek bu sefillik, bu gırtlağımıza kadar
düştüğümüz ağlama nöbetleri, denize fener gibi dolanıp
gündüzleri, nostaljik bir hediyelik eşya gibi asılıverir hayatinin orta
yerine. çünkü güzel' i anlamak için durup düşünmek gerekir, buna bazı memleketlerde 'zaman' cümle hikayede 'ayrılık' denir.
15. Günah bir bakıma affetmenin alt metnidir. bunu en iyi
kaybedenler bilir. bu bazen bir şehir, bazen bir incelik olabilir..
16. Sonuçta herkes, kendi payına düşeni incinir...
17. Çünkü çok yağmur yağıyordu, bir
kapıdaydım, beklemiyordum, kimseler gelmiyordu, hep çok yağmur oluyordu, hep çok İstanbul.
18. Yanlış anlama. kendimi sevmediğim için seni ötekileştiriyorum.
19. Sonra mesela en güzel hikayeni içmişsindir masada, gece ay
görünmüyordur da en tek başına, nasıl anlatsam.. kimse yoktur etrafta. sabaha karşı dergahının kapısında kediler, şeyhin belki
uykudadır, sen en çok gelenleri ve gidenleri bilebilirsin..
.
.
20. Her aşkta yanlış anlaşılmalar vardır en nihayetinde aşk,
yanlış anlaşılmış bir çok duygunun toplamıdır, sonra genelde olmaz. olmaz yani.
21. Zaman nasıl da iradesiz bir boşluk hissiyle salınıyor, kimse
için bir anlamı yok, erken gelen otobüsler gibi, ya da şehri sabah ilk
ışıklarla bırakıp gitmek gibi, anlamsız bir dolu söz, kitap
sayfaları. kediler sokakları neden bu kadar çok seviyor? neden bizim
sevdiğimiz şarkıları kimseler bilmiyor? yaz geliyor, evde yalın ayak
dolaşıyorum, gözüm bu ayrılığı bir yerden ısırıyor ama sokaktan kimsecikler
geçmiyor, duyabiliyorum.
22. Nasıl olduğu önemli olmayabilir, bu yüzden nasılsın sorusunun bir samimiyet içermesi gerekir.
23. Herkes devrime inanmayabilir, devrimler mantığın ötesinde
bir inanç gerektirir ve devrimciler genellikle delilerdir. Delilik, sanılanın aksine; ciddi bir istikrar içerir, canı isteyenin istifa edebileceği bir kurum değildir.
24. Özetleri okuduğunda bütün dinler birbirinin aynısı olabilir. inanması beklenen hep insan oldukça tanrı ne kadar değişebilir?
25. Beirut ve Antakya kardeş şehirlerdir, bir şehirde
yaşamak sokaklarını bilmeyi gerektirir, coğrafya insanı çaktırmadan eğitir.
26. Aşık olmak tesadüfleri, mutlu olmak mucizeleri
gerektirir. iki insanin birlikteliği öyle çok da ilginç bir hadise değildir.
27. Sorunlar çözülmek için filan değildir, onlar olmakta olan şeylerdir.
28. Çünkü bir Yerli her yerde Yerlidir, müzisyen bir kızılderili ne kadar artniyetli olabilir?
29. Seniha Teyze olsa 'göğün götü delindi' derdi, ne iyi kadındı Seniha Teyze.
30. Kur' an dan sureler, İncil'den metinler okuyoruz, Tevrat okumak
için çok genç yaşlarımız, biz bu gece bir elin parmakları kadar farklıyız.
31. Mutsuzluk bir çok şey için iyi bir başlangıç olabilir, yağmur
yağabilir mesela ya da şehrin ortasından filler yürüyebilir, inan bana, olabilir.
32. Gece bir çok şey için bahane olabilir, yardım istemek herkes
için ayni ölçüde kolay bir mevzu değildir mesela, yürümek her zaman varmayı, bir yerden başka bir yere ulaşmayı karşılamayabilir, bazen
en kötü hikayelerden en iyi cümleler çıkartılabilir.. yağmurda boğulma ihtimalin soğuk algınlığı yüzünden ölme
ihtimalinin tam binbeşyüzde biridir, yine de hayat ciddiye alınması gereken bir süreçtir çünkü rakamlar gibi acılar ve sonuçları da
değişebilir. işte bu yüzden mutsuzluk bir çok şey için iyi bir başlangıç olabilir.
33. Artı ve eksi sanıldığının aksine azalmayı ve çoğalmayı belirtmeyebilir, azalıp çoğalan insanın kendisidir. fotoğraflar ve yazılar
hatıraların değil umutların delilleridir. buna rağmen umut; çoğu zaman
denize düşen insana uzatılan yılan gibi bir şeydir.
34. Kandil geceleri ilk dileği tutanlar var ya, iste onlar o
köylerin en afili delileridir, delilik zamanla dönüşüp akıllı bir eylem
kılığına bürünebilir. sözlük anlamı ile kavgalı bir çok sıfat günü geldiğinde
o çok sevdiğin hayatının tam ortasında infilak edebilir, inan bana. bütün bu söylediklerimin gerçek olma ihtimali sabaha çıkabilme ihtimalimizin tam yirmide onikisidir.
m.
2013
anadolu hisarı
26 Mart 2013 Salı
eda' ya mektuplar
tarih bir bilinç gerektirmez, o bilinç bugün için, şimdi için gereklidir. geçmiş olan geçer, bu hep böyledir. sana teknelerden ve rüzgarlardan bahsetsem... uyduracak bir aforizman mutlaka vardır, bilirim. rakıyı içmişsindir, sigaran karanfillidir ...
ben de sana bunu yazdım o zaman...
kışı bir mevsime benzetmeye çalışma
hisar' da bahar, ilkin bahar ama soğuk yağmur, usul da değil, kıyamet var sanki gökyüzünde
yirmialtımartikibinonüç
m.
ben de sana bunu yazdım o zaman...
kışı bir mevsime benzetmeye çalışma
hisar' da bahar, ilkin bahar ama soğuk yağmur, usul da değil, kıyamet var sanki gökyüzünde
yirmialtımartikibinonüç
m.
20 Şubat 2013 Çarşamba
23 Ocak 2013 Çarşamba
tedirgin
Neresinden ve nasıl yazmaya başlamalı, bilmiyorum.
Zamanla
bir çok şey bulanıklaşıyor…
Boş bir odadayım. Duvar, sadece duvar, bir de kuş
sesleri… Çok uzaktan, yer üstünden gelen kuş sesleri, keşke fırsatım varken daha
dikkatli dinleseydim, belki o zaman mevsimi ya da günün neresinde olduğumu
anlayabilirdim, dinlemeyi bilen insan için kuşlar çok fazla şey söylerler,
genelde haddinden çok.
Bir hikayeye asılı kaldım, yön duygum yok, zaman
yok, renkler yok, sigara yok. Kaç gün oldu sigara içmeyeli? Kaç gündür bu
odadayım? Hangi gündeyiz?
Saymayı yeni baştan öğrenmeliyim. Yürümeyi,
uyanmayı, tutunmayı, vazgeçmeyi, konuşmayı, renkleri ve geri kalan her şeyi yeni
baştan ve önceki her şeyi unutarak öğrenmeliyim. Unutmak ne tuhaf şey… en son
neyi unuttum? Şimdi hatırladıklarım ne kadar daha kalacaklar zihnimde?
Issız bir adaya düşsem yanıma sadece ışık alırım, karanlıktan korkuyorum. Yeterince görmemişim sanki, sanki yeterince öğrenmemişim gibi, karanlığın içinden gelen her sese kulak kesilmeyi huy edinmişim, anlatması zor... nasıl bir tedirginlik bilemezsin.
m.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)