28 Ocak 2012 Cumartesi

pusula

uzak bir ihtimalle bu yağmur senin için hiçbir şey ifade etmeyecek, bağlarını ve köprülerini alıp çok tuhaf bir yerlere gitmiş olacaksın. bitirici bir soğuk ve başlangıçlar için eksik kalmış bir dolu notla, toparlanma şansı hiç kalmamış bir hikayenin ıslak çıkmazındasındır belki de.

uyu, gün nasıl geçecek bulutları göreceksin.

gümüş kadehler gibi, kullanışsız ama bir zenginliğin habercisi, kendini kaybetmiş bir pusula, menteşeleri kaynamış bir kapı gibi, ne açılabilirsin artık ne de gideceğin yeri biliyorsundur belki de. işte asıl hüzünlü olan budur gerçekte.

uzak bir ihtimalle bu yağmur senin için hiçbir şey ifade etmeyecek..

koşuşan birileri var etrafta, bir olmamışlığa acil müdahale görevlileri gibi. aşıklara yaşam koçluğu yapıyor sevip sevişmemiş ibneler. böyle zamanlarda sert içkiler içiyorum ben, yağmur durmadan yağıyor.

sokağın taşları ıslak, bu yazı da yazılamadan böyle kalacak, akıldan geçenler unutulup bir sigara daha yakılacak. bilinmeyen bir sebeptan ötürü, yarın sabaha da yağmurlu başlanacak!


msd/ankara2010

25 Ocak 2012 Çarşamba

yeni doğan ünitesi

_yeni doğan çocuğunu tutmayı bilmeyen baba gibi ya da fazla yeşillik…

Kağıdın üzerinde dağılıyor mürekkep, hiç bir harf tekrar aynı tonlamayla yazılamıyor… en çok buna üzülüyorum. güneş doldurdu uzaklığını, tekrar gözüme kasıt birikiyor güne. sıcak… mevsimin bile şaşıracağı kadar sıcak hem de… bahçenin en arka yerindeyim demek, çaycı bile göremiyor beni… ellerim çatlamış, derimin bu kadar ayrıntılı olduğunu bilmiyordum. bütün yollarını görebiliyorum, beyazla bembeyaz arasında bir rengi var ellerimin…

Çok uzun yollar yürüdük biz, çok uzun mevsimlerde… çoğu zaman sana getirmedi ama biz diye çıkılmış çok yalnızlıklarımız oldu… güzel şarkılar tuttuk, bahçe kapılarımız oldu, giremedik çok zaman…
Bu bir bilmece,cevabını bilemediğimiz bütün sorular için. üstüne gidilmiş sabahlar ve yazılmayı unutulmuş mektuplar için, çocuklar ve yorulmayan yağmurlar için. bu bir cevap, sesini duyamadığımız bütün kalabalıklar için…

Çarşıda bulup evde yitirdiğim hikayelerimi anlatmaya zamanım olmadı, bu yüzden kedi diyorum sana…
Kedi… yüzü güzel kedi… sevdiğim kedi… dilini çözemiyorum, çoğu zaman duymak bile yetiyor bu yüzden…

Tek parça siyah bir elbiseyle açıyorsun kapıyı, camın kenarındayım, hiçbir şey yok arkasında, görüntü bile denemez buna, sadece sen varsın… anahtarlarlarını girişe bırakıyorsun, 'sen!' diyorsun, kalemlerimi sen mi aldın? nerden diyorum, susuyorsun… çıkalım diyorsun… görülecek çok yer var… çıkıyoruz… kendimizden, evimizden, içimizden çıkıyoruz, bir cam aralığı kadar bile gidemiyoruz… ellerini arıyorum ellerinin arasında. Susuyorsun, yüzünde sevdiğim tek parça sen.
Yağmur yağmıyor, durmuyor yağmur, biz duruyoruz, o gece biz evimizin bütün duvarlarına yağıyoruz, üstümüzde siyah elbiselerimiz, parça parça bütün huzursuzluklarımızı çıkarıyoruz. anahtarlarını çıkışa bırakıyorsun, artık diyorsun ihtiyacımız yok ne kilitlere, ne de anahtarlara… tek parça siyah bir gülümsemeyle uzanıyorsun yanıma, öylece uyuyakalıyoruz, camın arkasında bir chet baker şarkısı çalıyor…


selçuk/ankara
seninle olmuyor dedi,
bence de dedim,
biraz da bundan işte dedi,
tamam dedim,
nasıl yani dedi,
sormadı ama, dedi.