Çok kalabalık yazıyorsun dedi...
Anlaşılmak için değil, anlatmak için
yazıyorsun çünkü.
Yazmak için yazıyorum dedim. Anlatmak hatiplerin,
anlaşılmak peygamberlerin işiydi...
Sesi çatallaşmıştı, sakalları uzamış,
saçları karışmış... Yüzü yorulmuş, parmak uçları bana dönmüştü, duvarda asılı
duran resmi şiir gibi bilirdi, ezberinden okurdu bazı zamanlar... Kar yağınca
susardık, şehirle hasımdık, insanlarla sırnaşık, evlere yabancıydık. İkinci
kıştan sonrasını saymadık. Terk edişlerimizi saymadık, geri dönüşlerimizi,
eşikleri, insanları saymadık... Ben yazmak için yazıyordum çünkü...
O
resimleri ezberliyordu. Kışı sevmiyordum, kediler kayboluyorlardı, o kadar kedi
nerede saklanıyordu? Anlamıyorduk. Susmak iyi bir fikir olabilirdi,
konuşmakta... Yürümek, koşmak, bulmacalar... Hepsi anlaşılabilirdi... Bir tek
yoksulluğu anlayamıyorduk, ne tuhaf bir şeydi mahrum olmak, yok
olması...
Saymayı bıraktığımız kıştan iki bahar sonra kitaplarımı yaktım,
ardından fotoğrafları, yaz boyu başka raflarda tozlandım... Kedi kış başında
diğerleriyle beraber bizi terk etti... öyle sessiz sedasız da değil, sert bir
biçimde gitti. Kör bir kedinin yıldızıydı artık Aralık... Bütün kış oturduk, hiç
sobamız olmadı, yanmayan bir kalorifer yanan bir sobadan daha iyi değildi elbet
ama sevmiyorduk yorulmayı...
Yılın soğuk yüzü hikayelerle geldi,
dörtlüklerden fazlasını yazamadım. O cam kenarında oturdu, ben kapıya yakın...
kedinin dönmesini bekledim. Bazı günler kar öyle uzun yağdı ki gökyüzü iki gün
hiç kararmadı. Her yer buzla kaplandı, caddeler ıssızlaştı, insanlar uykuya
daldı, hayat yavaşladıkça yavaşladı... şehir kış başında kör bir kedi tarafından
yarı yolda bırakıldı...
Güldüğümüz zamanlarımız da oldu, ağır ağır
soluduk, her yan is kokuyordu. Güzel filmler izleyesimiz vardı, filmleri
eskiciye verip bir kaç çamaşır mandalı aldığımızı unutup saatlerce kaset
aradık... bulamadık...
Çok kalabalık yürüyorsun dedi.
Varmak için
değil, kalmak için yürüyorsun çünkü...
Yürümek için yürüyorum dedim... Varmak
yolcuların, kalmak esnafların işiydi...
Ben canım istediği için yürüyordum...
O geçen kış bırakmıştı adımlarını saymayı, okumayı unuttuk, yazmaya boş verdik,
susmayı beğenmedik, konuşmayı beceremedik... Kör bir kediye sebep olmuştu kış,
huzursuz etmişti... Bahar sağır bir kediyle geldi, inadına günlerce
konuştuk...
Onu yanlış anlamıştım, kediye kızmıyordu, şehire ya da
mevsime de kızmıyordu... Bütün öfkesi banaydı. Benim suskunluğum yüzünden
gitmişti kedi, ben resimleri sevmiyorum diye... anlamıyorum diye... sıkıldığı
için... İstemese de kızıyordu bana, düşünmeden edemiyordu...
Çocukluğum
kedilerden uzak geçmişti, mesafeliydim, ya da endişeli ya da korkuyordum düpe
düz... Fark etmez... Çocukluğum kedilerden uzak geçmişti... Sanki geçmişe inat
kaçıyordu kediler evlerimden, sağırı kaçıyordu, körü kaçıyordu, yavru olanı
ölüyordu... Hayat intikamını benden kedilerle alıyordu...
Gitsinlerdi...
Özlemiyordum...Ben kapıyı gören koltukları seviyordum, bundan kediye
neydi?
Yaz başında O da gitti... şehri terk etti... şehir yaz başında bir
adam tarafından terk edilmişti...
m.s.d
beş kasım ikibindokuz
/Ankara
(Baransel' e ve kediye yazılar...)
11 Nisan 2013 Perşembe
bitebilen şehir
yanıyorsun
zorla söyletilmiş bir şeyler donup kalmış yüzünde. orada, çenenin tam altında, sadece güneşin o saatlerinde ortaya çıkan, kızıllaşan ve kaybolan, eksikliğini de bütünlüğün gibi karışıklaştıran, unutturan, unutulan, ömrünün alfabesini bir anahtarlıkla deniz diplerine attıran, saklatan bir umursamazlıkla bir yaz’ dan daha çekilip gidiyorsun.
bana şehirleri anlat demiştin. kimsenin kurduğu, kimsenin yaşadığı, sokakları ve ağaçlarıyla kalabalığı ıslak şehirleri okuduğun romanlar gibi anlatabilir miyim sana?
kimi istiyorsun? o caddeler, o merdiven aralıkları, sevdiğin ressamlar ki hiç anlamamıştık; zaten olan bir şeyin neden çizilmek istendiğini, belki de çizilen istiyordu gerçekten, sevilenin hep sevilmesi gibi .
bu şehir, bitebilen bir coğrafyadır artık gözümde, öğrenciliğin ve çocukluğun ışıltısı yaz ve sonbahar bıkkınlığına bırakmışsa kendini, bütün kedileri sokaklara düşmüş ve bütün çocuklar başka babalara sarılacak demektir bundan böyle.
dipsiz yazıları saatlerce boş gözlerle okumanı seyrettiğim bütün gecelerim, şimdi ömrümden çalınmış, ziyan edilmiş, haksızlıklarımdır gözümde.
yazdıklarımı unut
çünkü
bu şehir
biten bir coğrafyadır
artık gözümde
kim
ömrünü feda etmeye
hazırsa
bu tedirginliğe
yaz
kendini ucuza satmış demektir
uğursuz bir eskiciye!
msd/eylül ikibinon ankara
zorla söyletilmiş bir şeyler donup kalmış yüzünde. orada, çenenin tam altında, sadece güneşin o saatlerinde ortaya çıkan, kızıllaşan ve kaybolan, eksikliğini de bütünlüğün gibi karışıklaştıran, unutturan, unutulan, ömrünün alfabesini bir anahtarlıkla deniz diplerine attıran, saklatan bir umursamazlıkla bir yaz’ dan daha çekilip gidiyorsun.
bana şehirleri anlat demiştin. kimsenin kurduğu, kimsenin yaşadığı, sokakları ve ağaçlarıyla kalabalığı ıslak şehirleri okuduğun romanlar gibi anlatabilir miyim sana?
kimi istiyorsun? o caddeler, o merdiven aralıkları, sevdiğin ressamlar ki hiç anlamamıştık; zaten olan bir şeyin neden çizilmek istendiğini, belki de çizilen istiyordu gerçekten, sevilenin hep sevilmesi gibi .
bu şehir, bitebilen bir coğrafyadır artık gözümde, öğrenciliğin ve çocukluğun ışıltısı yaz ve sonbahar bıkkınlığına bırakmışsa kendini, bütün kedileri sokaklara düşmüş ve bütün çocuklar başka babalara sarılacak demektir bundan böyle.
dipsiz yazıları saatlerce boş gözlerle okumanı seyrettiğim bütün gecelerim, şimdi ömrümden çalınmış, ziyan edilmiş, haksızlıklarımdır gözümde.
yazdıklarımı unut
çünkü
bu şehir
biten bir coğrafyadır
artık gözümde
kim
ömrünü feda etmeye
hazırsa
bu tedirginliğe
yaz
kendini ucuza satmış demektir
uğursuz bir eskiciye!
msd/eylül ikibinon ankara
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)